SAĞLIK HUKUKU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SAĞLIK HUKUKU NEDİR ?

 

Kişilerin, sağlık bakım hizmetlerinden tam ve etkin bir biçimde yararlanma haklarını, sağlık bakım hizmetlerinin düzenlenmesini, önleyici sağlık hizmetlerini, toplum ve aile sağlığının korunmasını, sağlık hizmeti verenlerle- sağlık hizmeti alanlar arasındaki ilişkileri, hak, yükümlülük ve sorumlulukları düzenleyen bir hukuk dalıdır.

 

Sağlık hukuku geniş bir alana sahip olduğu için ; kamu sağlığı hukuku, sağlık idaresi hukuku ve tıp hukuku olarak alt ayrımlara ayrılmaktadır.

 

Sağlık hukuku deyince akla ilk gelen, hekim ile hasta ilişkisinden kaynaklı olarak meydana gelen vekalet ilişkisidir. Taraflar arasındaki vekalet ilişkisine uygulanacak temel hükümler başta Borçlar Hukuku olmak üzere taraf olduğumuz diğer uluslararası sözleşmelerdir.

 

SAĞLIK HAKKI NEDİR ?

 

Sağlık hukuku ile bağlantılı olarak kişilere yaşam hakkının verdiği bir haktan temel alan sağlık hakkı da bulunmaktadır. Sağlık Hakkı: Bir kimsenin kendi sağlığını ve vücudunun kontrolünü kendi elinde bulundurması, işkenceye, rızaya dayanmayan tıbbi ve deneysel müdahalelere tabi olmamasını içermektedir. Hasta, hakkına engel oluşturan her şeyi ret etmesinde hiçbir sakınca yoktur.

 

10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 25/1. Maddesinde de sağlık hakkına yer verilmiştir: “Her şahsın gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hâllerde güvenliğe hakkı vardır. ” Uluslararası Sözleşmelerde de uygulama alanına sahip olan sağlık hakkı, bizler için büyük bir önem taşımaktadır.

 

SAĞLIK HUKUKUNDA TARAFLAR KİMLERDİR ?

 

Taraflardan biri tedaviye ihtiyaç duyan gerçek kişi olan hasta ve hastaya yardımcı olan hasta yakınları iken, diğer tarafı da oluşturan, hastaların tedavi sürecinde bulunan ve acil vakıalarda müdahaleyi gerçekleştiren hekim ve hastanede çalışan diğer personeller olabilmektedir.

 

Hasta Hakları Yönetmeliği Tanımlar başlıklı 4.Maddenin fıkrasında da hasta kavramına açıklık getirmektedir." Hasta: Sağlık hizmetlerinden faydalanma ihtiyacı bulunan kimse" olarak tanımlamaktadır. Hasta kavramına sadece beden bütünlüğüne yönelik olarak meydana gelen zarar da olmakla birlikte vücudunda estetik yapılmasını isteyen biri ya da zihinsel olarak tedaviye ihtiyaç duyan herhangi bir birey de hasta kavramına dahildir. Aynı maddenin c fıkrasında da hastanede çalışan hekime yardımcı kişiler olarak da personelleri tanımlamaktadır." Personel: Hizmetin, resmi veya özel sağlık kurumlarında ve kuruluşlarında veya serbest olarak sunulmasına bakılmaksızın, sağlık hizmetinin verilmesine iştirak eden bütün sağlık meslekleri mensuplarını ve sağlık meslekleri mensubu olmasa bile sağlık hizmetinin verilmesine sorumlu olarak iştirak eden kimseleri" diye tanımlamaktadır. Personel kavramı da tıpkı hasta kavramı gibi geniş yorumlanması gerekmektedir. 

 

SAĞLIK HUKUKUNDA TEMEL TIBBİ KAVRAMLAR

 

 

1)Tıbbi Müdahale

 

Tıp mesleğini icra eden kişiler tarafından doğrudan ya da dolaylı bir şekilde tedavi amaçlı olarak hekim tarafından gerçekleştirilen her türlü faaliyet olarak adlandırılmaktadır. Kişilerin ruh ve beden sağlığına yönelik olarak gerçekleştirilen temel faaliyetler de bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.

 

Hekim, tıbbi müdahalede bulunurken tıp mesleğinin gerektirdiği hızda ve ehemmiyetinde mesleğini zamanında icra etmesi gerekmektedir. Hekimin sorumluluğunda gerçekleşen bir müdahale söz konusu olmasından dolayı hekim, hiçbir şekilde hastaya gereken özen ve dikkati göstermeden hastaya yaptığı yanlış müdahaleden dolayı sorumluluktan kaçması söz konusu olamaz.

 

Örnek vermek gerekirse; hastahanenin karşısında tartışan 2 kişiden birinin diğerini iteklemesi sonucunda başını kaldırıma çarpmasıyla beyin kanaması geçiren hastaya tedavi uygulayacak olan ilk kişi doktor olmalıdır boyuna yapılan yanlış bir hareket dolayısıyla felç kalabilir ya da daha büyük zararlı sonuca sebebiyet verilebilir.

 

2)Tıbbi Hata veya Tıbbi Malpraktis

 

Gerçekleştirilen müdahaleler sırasında birtakım sonuçlar doğabilir, tıbbi hata buna verebileceğimiz en temel örnek olur. Tıbbi Hata: Hekimin almış olduğu eğitiminden kaynaklı olarak yapılan tedaviden beklenilmeyecek olan hatadır. Yapılan hatalar sonucunda, hastanın vücudunda ya da ruhen bir şekilde bu tedaviden hiç beklemediği zararlı bir sonucun elde etmesiyle birlikte hataya neden olan yetkili hekimlerin sorumluluğuna gitmesi mümkündür.

 

Örnek vermek gerekirse, hekimin mide ameliyatı sonucunda hastanın midesinde ameliyatın sonuna doğru hastanın yarasını kapattığı sırada makası unutması tıbbi bir hatadır ya da ameliyata giren anestezi uzmanın alkol kullanmasından hemen sonra ameliyata girip de hastaya eksik ya da fazla dozda anestezi uygulaması sonucunda ameliyat hekiminin bunu sorgulamaması ve takibini gerçekleştirmemesi sonucunda hastanın acı hissetmesi sonucunda tıp uzmanının ve ameliyatı gerçekleştiren hekimin sorumluluğuna gidebilir. Bu gibi örneklerde tıbbi hatadan dolayı hekimin sorumluluğunun doğmasına neden olan somut vakıalardır.

 

Örnek bir yargıtay kararımız olan YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2004/12088 K. 2005/1728 Sayılı kararımız şu şekildedir:"  Somut olaya baktığımız da, ameliyat sırasında tutulması gereken kayıtların tutulmaması, ameliyatla ilgili raporun 7-8 ay sonra tutulması, çocuk olan hastanın yaşı ve kilosu ile genel anestezi altında olduğu ve verilen ilaçların birbirini etkileyip hastaya daha fazla tesir edebileceği hususları nazara alınmadığı, dolayısı ile ameliyat sırasında doktorların gerekli dikkat, özen ve ciddiyeti göstermedikleri sabit olduğundan olayda davalı hastane ve doktorların kusurlu olduklarının kabulü zorunludur. Bu açıklamalar ışığında doktorların kusurlu olmadıkları yolundaki rapor sonuçlarına itibar edilmeyerek, davalıların kusurlu olduklarının kabulü ile davacıların maddi tazminata ilişkin talepleri açıklatılıp, delilleri sorulup, gerektiğinde bilirkişi incelemesi yaptırılıp belirlenip, talep doğrultusunda maddi tazminata ve uygun bir manevi tazminata karar verilmesi gerekirken, mahkemece aksi düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. "

 

Tıbbi Malpraktis de tıbbi hata kavramına yakın olacak biçimde literatürde birbiri yerine kullanılmaktadır. Hekimin; bilgisiz, deneyimsiz ya da ilgisizliği nedeniyle hastanın zarar görmesi sonucunda hekimliğin kötüye kullanılması olarak uygulamada karşımıza çıkmaktadır. Hekimin hastaya zamanında müdahaleyi gerçekleştirmemesi ya da yanlış ya da eksik bir tedavi yöntemi kullanması sonucunda hastanın zarar görmesi durumunda hekim, görevini kötüye kullanmış olur. 

 

3)Endikasyon

 

Hastada, ölüm ya da hayati tehlikeye yol açabilecek veya vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek ya da akli veya bedeni sağlığa olumsuz bir etki bırakılma olasılığının bulunduğu durumlarda hasta, rızası olmadan hekimin hastayı tedavi amacıyla hastaya gereken müdahaleyi yapabilmesi söz konusu olabilmesi için hastanın bu tedavi konusunda aydınlatıldıktan sonra rızasının alınması şarttır. Aksi takdirde rıza alınmadan ya da gereken bilgiler hastaya verilmeden müdahalenin gerçekleşmesi sonucunda hastanın olumsuz bir netice ile karşı karşıya kaldığı durumda hasta ve yakınlarının, hekimin sorumluluğuna başvurması kaçınılmaz olacaktır. Sünnet ya da estetik amaçlı müdahaleler izah ettiğimiz açıklamalarımızın istisnasını teşkil eder.

 

 

4)Komplikasyon

 

Hastalık evrelerinde meydana gelen hastalığın temel niteliğinin dışında her türlü olumsuz sağlık süreci olarak belli komplikasyonlar gerçekleşebilmektedir. Hiçbir şekilde fark edilmeyen maddi olaylar olabileceği gibi tedavinin sona ermesine az kala meydana gelen ani bir reaksiyon da hastada ciddi anlamda zararlı sonuçlara yol açabilmektedir.

Hekimin önerdiği ilaçları kullanan hastanın, tedavi sürecinin başlangıcında iyi bir şekilde ilerlerken belli bir zaman sonra vücudun kullanılan ilaca karşı bir anti etki yaratması hastada başlanan tedaviyi olumsuz etkileyebilmesi durumları da hastada belli komplikasyonlara yol açabilecektir. 

 

Komplikasyon oluşmasında  hekimin hastada tedavisini uygularken zararlı bir sonuca yol açabileceği için akıllarımıza hekimin sorumluluğuna gidebilme ihtimalini getirmiş olsa da bu durum belli istisnalar dışında pek mümkün değildir. Şöyle ki: Tüm tıbbi uygulamalar belli bir risk taşıdığından mutlak olarak hekimin sorumluluğuna gidilmesi çok da hakkaniyetli bir durum olmayacaktır. Tıbbi uygulamalar her ne kadar hekimler görevlerini dikkat ve özen yükümlülüğüne uygun olacak biçimde icra etmiş olsalar da hekim kontrolü dışında olumsuz bir sonucun doğması çok muhtemeldir. Zararın ortaya çıkma ihtimalinin öngörüldüğü somut vakıalarda tedavinin uygulanması hastanın yararına ise bu riskler tedavinin uygulanabilirliğine herhangi bir engel şart taşımayacaktır.

 

Komplikasyonlarda, hastaya bilgi verilmesi yani kişiyi tedaviyi uygularken gerçekleşebilecek tüm olası sonuçlardan haberdar edilmesi karşısında rıza ve onayı varsa bu durumda meydana gelen komplikasyonlardan hekim sorumlu tutulamayacaktır.

 

Her ne kadar meydana gelebilecek muhtemel komplikasyonlardan hastaya haber verilmiş ve hasta gerçekleşecek bu komplikasyonlardan onay vermiş olsa da ortaya çıkan istenmeyen komplikasyonların doğru bir şekilde yönetilmemesi, komplikasyonlardan zamanında fark edilerek müdahale edilmemesi durumunda hekimin sorumluluğuna gidilebilecektir ve bu somut vakıa tıbbi hata olarak kabul edilecektir.

 

HASTA HAKLARI NELERDİR ?

 

1. Koruyucu Tedbirlerin Alınması Hakkı:

 

Herkes, hastalığı evresinde kendisine yönelik olarak uygun bir hizmet almasını isteme ve bunu talep hakkına haizdir. Tedavi masraflarını karşılayamayanlar için yeterli bir bütçe ayrılıp ona göre sağlık hizmeti verilmesi gerekir.

 

2. Sağlık Hizmetlerinden Yararlanma Hakkı:

 

Her bireyin sağlık bakım hizmetlerinden eşit ve hakkaniyete uygun bir şekilde faydalanma hakkı bulunmaktadır. Sağlık hizmeti verilirken hiçbir ayrım yapılmadan ölçülülük ilkesine uygun olacak şekilde hareket edilmesi gerekir.

Hekimler, hastanın cinsiyeti, ırkı, milleti, dini, mezhebi, ahlaki düşünceleri, içtimai seviyesi, siyasi görüşü ne olursa olsun sağlık hizmeti verilmesi durumunda her türlü  dikkat ve özeni göstermekle yükümlüdür. Aksi takdirde yükümlülüğüne uygun olmayacak davranışlardan dolayı etkin bir sağlık hizmeti alamayan hastanın sağlık durumu daha da kötüye gidecek olursa bu durumdan kaynaklı olarak sorumluluk doğacaktır.

 

3. Bilgi İsteme Hakkı:

 

Herkes, kendi tedavisini sağlayacak her türlü teşhis ve tedaviyi eksiksiz olarak öğrenme ve onlardan ne şekilde yararlanacağı hususunda bilgi alma hakkına sahiptir. Sağlık hizmeti verenler de hastanın anlayacağı bir dilde bilgi vermesi gerekir.

Hastanın sağlık kuruluşundan ve sağlık çalışanından detaylı bilgi isteme hakkı vardır. Hastanın tüm sağlık kuruluşlarıyla kolay bir şekilde iletişime geçme durumunun mümkün olması gerekir.


4. Bilgi Verilmesini İstememe Hakkı:

 

Hastaya sağlık durumu hakkında endişe verici bir husus dile getirildiği zaman hastanın, bu konular hakkında hasta yakınlarına bilgi verilmesini istemeyebilir. Bu durumda hastanın buna ilişkin olarak beyanını yazılı bir şekilde sunması gerekmektedir. Sonuçta sağlık bilgileri bir kişisel veri olduğu için kimsenin öğrenmesini istememesi kişinin en doğal hakkı arasındadır.

Hasta, daha sonra fikrinden caymak isteyip yakınlarına durumu hakkında bilgi verilmesini bir fikir değişikliğinde bulunarak kendi beyanından vazgeçmesinde herhangi bir engel şart bulunmamaktadır. İstediği zaman fikrini değiştirip yakınlarına durumu hakkında doğru bilgi verilmesini talep edebilir.

Başka mevzuatlarda düzenlenen haller saklı kalmak veya hastanın tedavi süreciyle ilgilenen hekimin almak istediği belli başlı tedbirler de saklı kalmak üzere hastanın temel olarak beyanı esas alınır.

 

5. Kayıtları İnceleme- Düzeltilmesini İsteme Hakkı:

 

Sağlık durumu hakkında bilgi almak isteyen hastanın, kendisi ile ilgili bilgileri bulunan dosyayı doğrudan veya kanuni temsilcisi ya da vekili tarafından dolaylı bir şekilde hasta hakkında dosyasına ulaşılıp gerekli bilgi ve belgeleri alınması mümkündür. Kayıtlar, sadece hasta ile doğrudan bir yakınlığı bulunanlar tarafından talep edilebilir.

Hasta; sağlık kurum ve kuruluşlarında bulunan kayıtlarında eksik, belirsiz, hatalı tıbbi ve şahsi bilgilerinde eksiklik görürse bu eksikliklerin makul sürede tamamlanmasını, açıklanmasını, düzeltilmesini ve nihai sağlık durumu ve şahsi durumuna uygun hâle getirilmesini isteyebilir.


6. Mahremiyetin korunması hakkı:

 

Hastanın sağlığı ile ilgili gerekli teşhis ve tedaviden kimsenin öğrenmemesini isteme hakkı bulunmaktadır. Bu durumda hasta, kendisi hakkında her şeyin gizli kalmasını isterse kendisine yönelik olarak yapılan değerlendirmeleri sağlık personellerinin gizlilik içerisinde yürütülmesi gerekir.

Tedavi ile doğrudan ilgili olmayan kişiler müdahale sırasında bulunmalarına lüzum yoktur. Muayene sırasında hekime yardımcı personeller dışında başka birilerinin müdahale sırasında olması mahremiyet hakkına aykırı bir husus taşır.

 

 

7. Sağlık Kuruluşunu Seçme ve Değiştirme Hakkı:

 

Hasta, istediği herhangi bir sağlık kuruluşunda tedavisi ile ilgili bilgi alma ve tedavisini yapmaları için başvurduğu ilgili sağlık kurumundan talep edebilir.

Tedavisi başlamış bir hasta için sağlık kurumunu değiştirme kendisi için hayati bir risk taşırsa ancak bu durumda sevk kararı talep edilemez. Bu konu hakkında hasta, hekimden kendisini aydınlatmasını isteyebilir.

 

8. Personeli Tanıma, Seçme ve Değiştirme Hakkı:

 

Hastanın tedavisini gerçekleştirecek olan hekimin ve yardımcı personellerin görev ve unvanları hakkında hasta, kendisine bilgi vermesini isteme hakkı vardır.

Mevzuata uygun davranmak koşuluyla hastanın kendisiyle tedavi sürecinde ilgilenecek olan hekimi seçme ve değiştirme hakkı bulunmaktadır.

 

9. Özgür Seçim Hakkı:

 

Kendisine yeterli bilgi verilen hastanın, hastalığı ile ilgili tedavi yöntemlerini ve tedaviyi gerçekleştirecek kişiler arasında seçim yapma hakkına haizdir. Sağlık hizmetleri, ilgili sağlık kurumlarını, tedaviyi yapacak olan hekimleri ve tedavi bittikten sonra gerçekleşebilecek sonuçları hastaya detaylı bir şekilde anlatması ve hastanın da ona göre hareket etmesi gerekmektedir.

 

 

10. Öncelik Sırasının Belirlenmesini İsteme Hakkı:

 

Her ne kadar ülkemizde gerçekleşen sağlık hizmetleri hızlı işlese de kimi zaman kişiler büyük bir mağduriyet yaşayabilmektedir. Bu nedenle sağlık hizmetinin zamanında ilgililere ulaşılamaması hasebiyle hasta bu durumdan olumsuz bir şekilde etkilenmemesi için hastanın öncelik hakkının,  objektif olarak belirlenmesini isteme hakkı bulunmaktadır.

Acil ve adli vakalar ile yaşlılar ve özürlüler hakkında öncelik sırasının belirlenmesiyle ilgili hasta hakları yönetmeliğinde bu hususla ilgili açıklamalar bulunmaktadır.

 

11. Tıbbi Gereklere Uygun Teşhis, Tedavi ve Bakım Hakkı:

 

Hasta, kendisine yönelik olarak gerçekleştirilecek olan tedavi ve yapılacak olan bakım hizmetlerinden eksiksiz ve doğru bir şekilde kendisine uygulanmasını isteme hakkı bulunmaktadır.

 

12. Güvenlik Hakkı:

 

Sağlık hizmetlerinin iyi işlememesi karşısında, tıbbi yanlışlık ve tıbbi hatalardan kaynaklanan zararlardan dolayı hastanın bundan korunmasını isteme hakkı mevcuttur. Hekimler, gerçekleşecek olan risklerin yaşanmaması için her türlü koruma yollarını öğrenmeleri gerekir.

 

13. Tıbbi Gereklilikler Dışında Müdahale Hakkı ve Ötanazi Yasağı:

 

Kişinin yaşama hakkı vazgeçilemeyen hakları arasında yer alır. AİHS'nde de yer alan bu hak temel normlar arasında yer almaktadır. Bu sebeple herkes kendisinin yaşama hakkına müdahalede bulunulmasına karşı koyabileceği gibi ki ceza kanunlarında düzenlenen  belli başlı suç tipleri arasında yaşama hakkına yapılan zararlı sonucun suç olarak yer alması buna bir kanıt teşkil edecektir. Ayrıca kişinin kendisi de yaşam hakkına son veremez.

 

Herhangi bir tedavi amacı taşımayan hayati tehlikeye, ölüme yol açabilecek veya vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek ya da bedeni ve akli yeteneği etkileyebilecek her davranış bizim hukukumuza göre yasaktır. Kişinin, hayat hakkına yönelik olarak bir müdahalede bulunulmasını istemiş olsa bile buna müsaade verilemez, kimse kendi hayatından ve özgürlüklerinden vazgeçemez.

 

14.Tıbbi Özen Gösterilmesi-Gereksiz ağrı/acı ve Sıkıntıdan Sakınma Hakkı:

 

Herkes, sağlık hizmetlerinden faydalanırken yaşadığı acı ve ıstırabı bir nebze de olsa azalması için tedaviyi yapan hekim ve yardımcı personellerinden acısının dindirmesini isteme hakkına sahiptir. Sağlık personelleri de elinden gelen tüm gayreti gösterme çabasında olmak mecburiyetindeler.

Hastanın hayatını kurtarmak ya da acısının azaltılmasını sağlamak mümkün olmadığı durumlarda bile gerekli müdahaleleri yapmak zorundalar.

 

15. Güvenliğin Sağlanması Hakkı:

 

Sağlık kurumlarında bulunan her bireyin etkin korunmayı isteme hakları bulunmaktadır. Özellikle hasta ve yakınlarının sağlık kurumlarında bulunurken can ve mal güvenliğinin sağlanması gerekir.

 

16.Dini Vecibelerini Yerine Getirme Hakkı:

 

Sağlık kuruluşlarında bulunan hastalar özellikle ciddi bir hastalığı olanlarda manevi olarak kendini daha iyi hissetmelerine ihtiyacı bulunmaktadır. Bu nedenlerden dolayı uygun koşullar buna uygunsa kamu hizmetinde aksamaya yer vermeyecek şekilde uygun bir yerde hastaların tedavi süreçlerinde ibadetlerini serbestçe yapmalarını isteme hakkı bulunmaktadır.

 

17. İnsani Değerlere Saygı Gösterilmesi:

 

Hastalar yaşama hakkının yanında yine yaşam hakkı kadar önem taşıyan kişilik haklarına saygı duyulmasını isteme hakkı bulunmaktadır.

Sağlık hizmetlerinde görev alan tüm personeller, hastalara ve yakınlarına samimi ve güler yüzlü bir şekilde onlarla ilgilenebilmeli ve onlara yardımcı olabilecek her türlü nezaketi göstermeleri gerekir.

 

18. Ziyaret Hakkı:

 

Hastanın huzur ve sükunu bozulmayacak biçimde yakınlarının kendisini ziyaret etmesini isteme hakkı bulunmaktadır. İzinler belirlenirken tedavi merkezlerinin koşulları, hastanın durumunun aciliyet göstermesi gibi sebeplerle izin konularında daha hassas davranılabilir ama bunun dışında hastayı belirlenecek olan belli saatlerde hastayı ziyaret edilmesinde herhangi bir sakıncası yoktur.

 

19. Refakatçi Bulundurma Hakkı:

 

Hastaya yardımcı olmak amacıyla tedavi sırasında yanında bulunmak için sağlık kurumları da buna elverdiği imkanlar ölçüsünde tabii tedavi sürrecindeki hekimin önerisiyle hastaya refakatçi isteminde bulunulabilir.

 

 

20. Zamana Saygı Hakkı:

 

Kişiler, sağlığına bir an önce kavuşma gayesiyle sağlık hizmetlerine başvurularda bulunmaktadırlar bu nedenle imkanlar ölçüsünde hareket edilmek suretiyle makul sürede tedavi edilmeyi isteme haklarına sahiptirler.

Önceden belirlenen süreler içerisinde sağlık hizmeti verilemese aynı kalitedeki hizmetlerin kullanımı garanti edilerek hareket edilmeli aksi durumda makul sürede yapılmayan sağlık hizmeti hasta aleyhine neticelere yol açacağından dolayı yapılan harcamalar makul süre içinde hastalara geri iade edilmesi gerekmektedir.

 

21. Şikâyet ve Tazminat Hakkı:

 

Sağlık hizmetleri, hastaya sahip olduğu hakları hususunda bilgi vermelidir. Böylece hastalar herhangi bir haksızlık ile karşı karşıya kaldığı zaman ne yapabileceğini daha iyi bilip ona göre hakkını ihlal edenlere karşı etkin koruma yollarına zamanında ulaşabilsin. 

 

Hastalar genelde bir hakkına yönelik olarak bir haksızlık ile karşılaştığında yetkili mercilere şikayet hakkını kullanarak hakkının korunmasını talep edebilir. Bu durumda şikayeti alan merciler de buna uygun olacak biçimde cevap vermek durumundalar. 

 

Yapılan şikayetler standart prosedür vasfına haiz olmasından mütevvelit şikayet yoluna başvuru kolaylaştırılması ve zarar gören tarafından dava yasal takip yoluna başvuru yapılacağından buna yapılan her türlü müdahale hakkını kullanmasına engel teşkil edeceğinden dolayı zarar görenin hakkını engelleyen sağlık personellerin de sorumluluğuna gidilmesine yol açılabilir.

 

HEKİM İLE HASTA ARASINDAKİ İLİŞKİ NEYE GÖRE BELİRLENİR ?

 

Hekim ile hasta arasındaki ilişki belirlenirken hekimin bağımsız çalışıp çalışmadığı, devlet hastanesinde ya da özel hastaneler ile üniversite hastanelerinde çalışıp çalışmadığı hekim ile hasta arasındaki ilişkiyi belirleme bakımdan önem arz etmektedir.

 

Özel hastaneler ile hasta arasındaki ilişkide çalışan hekim ya da bağımsız çalışan hekim arasındaki ilişki özel hukuk ilişkisi iken devlet hastanesindeki hekim ile hasta arasındaki ilişki kamu hukuku ilişkisidir. Hekim ile hasta arasındaki ilişki devlet hastanedeki hekimle bir hukuki münasebet içinde olduğu zaman ise kamu hukuku ilişkisi söz konusu olur.

 

HEKİMİN SORUMLULUĞU NEYE GÖRE BELİRLENİR ?

 

Hekimin sorumluluğunu 2 ana başlıkta incelemek mümkündür. Özel sorumluluk ve kamusal sorumluluk olarak ayrıma tabidir.

 

Hekimin özel sorumluluğu belirlenirken bakmamız gereken temel kriter, özel hastanede çalışan hekime karşı tazminat davası açılmak istendiği zaman hukuki ilişki bir özel hukuk ilişkisidir ve tazminat davası temelini vekalet sözleşmesine dayandırmaktadır bu durumda uygulanacak olan hukuk TBK hükümleri olacaktır.

 

Hekimin kamusal sorumluluğu belirlenirken de bakacağımız husus, hekimin devlet hastanelerinden çalışmasından kaynaklı olarak hasta ile hekim arasındaki hukuki ilişkide hastanın uygulanan tedaviden dolayı zarar görmesi hasebiyle açacağı tazminat davası için uygulanacak olan temel mevzuat hukuki ilişkide zarar gören hastanın, idare aleyhine tam yargı davası açılmasıyla birlikte hekimin sorumluluğuna gidilmiş olur.

 

HEKİMİN YÜKÜMLÜLÜKLERİNE AYKIRILIĞI SONUCUNDA TAZMİNAT SORUMLULUĞUNUN DOĞABİLMESİ İÇİN GEREKEN UNSURLAR NELERDİR ?

 

A) Özel Sorumlulukta Gereken Unsurlar

 

Hastanın, tedavi sırasında hekimin kendisine yüklenen yükümlülüklere uymadan gerçekleştirdiği zararlı neticeden dolayı taraflar arasında özel bir hukuki ilişki olması hasebiyle hekimin sorumluluğu meydana geldiğinde başvurulan ana kaynağımız TBK hükümleri olmasından mütevvelit buradaki vekalet sözleşmesi hükümleri uygulanacaktır.

 

Vekilin, vekalet sorumluluğunun gündeme gelebilmesi için basiretli bir vekilin yapması gereken özen ve dikkat yükümlülüğüne uygun davranması gerekir. Bu durumda hekimin objektif bir özen sorumluluğu bulunmaktadır. Hekimin özel sorumluluğunun doğabilmesi için:


1)Somut vakıada hekimin özen ve dikkat yükümlülüğünden kaynaklı bir haksız müdahale olmalı


2)Hekim gerçekleştirdiği haksız müdahalede kusurlu olması gerekir. Kusur durumu belirlenirken TBK da yer alan haksız fiil sorumluluğundaki kusur sorumluluğundan ağırlaştırılmış bir kusur durumu vardır.


3)Hastanın hekimin haksız davranışından kaynaklı olarak bir zarar görmüş olması gerekir. Bu zararın vücut bütünlüğüne yönelik olması ya da zihinsel bir zararın doğmasına yönelik olması fark etmeyecektir.


4) Gerçekleşen zarar ile hekimin davranışı arasında bir illiyet bağının olması hiç kuşsuzdur ki olması gerekmektedir.


Gereken şartlar var olduğu takdirde hekimin sorumluluğuna gidilmesi mümkün olabilecektir. Yukarıda kısaca izah ettiğimiz şartlar hukuka aykırı davranış sonucu kişinin zarar görmesinden dolayı zarara sebebiyet veren kişiye karşı zararlarını tazmin etmesi için başvuracağı yolla aynı şartlara haizdir sadece hekimin sorumluluğunda ağırlaştırılmış bir kusur vardır.

 

B) Kamusal Sorumlulukta Olması Gereken Sorumluluklar

 

Hekim ile hasta arasındaki ilişki bir özel hukuk ilişkisi olmadığı için hekimin haksız fiilden kaynaklı olarak özel sorumluluğunun da söz konusu olması düşünülemez. Bu hukuki ilişki bir kamusal ilişki olduğundan idare aleyhine bir tam yargı davası açılacaktır. Tam yargı davasının söz konusu olabilmesi için gereken temel unsurları ise;


1) idari eylem ve işlem olması


2)Bu işlem ya da eylemden kaynaklı olarak bireyin kişisel hakları doğrudan zarar görmesi gerekir.

 

Bu şartlara haiz olan bir somut vakıada idare aleyhine tam yargı davası açılabilecektir. En sık rastlanan durum, salt idari eylemden kaynaklanan tam yargı davalarıdır. Hekimin tedavi yapması esnasında hasta nezdinde meydana gelen zarar, idari eylemden kaynaklandığı için salt idari eylemden kaynaklanan tam yargı davası açmak gerekir.

 

Salt idari eylemden kaynaklanan tam yargı davalarında zarar gören kişi, dava açmadan önce idari başvuru yollarını tüketmek zorundadır bu yolu tüketmeden doğrudan dava açmak söz konusu olamaz. İYUK madde 13 de uygulama alanına sahip olan doğrudan doğruya tam yargı davası açılması başlıklı olan salt idari eylemden dolayı açılan tam yargı davası zarar görene yapılan yazılı bildirim ya da öğrenmeden itibaren 1 yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren 5 yıl içinde idareye başvurarak zarar gören, hakkını kullanabilir. İdari yollara başvurduktan sonra gelen  red cevabıyla birlikte zarar gören tebliğden itibaren ya da idare tarafından 30 gün içinde cevap verilmediği takdirde bu süreden sonra idari davalardan dava açma süresi olan 60 gün içinde dava açılabilmektedir.

 

TIBBİ MÜDAHALENİN HUKUKA UYGUNLUK KOŞULLARI NELERDİR ?

 

Öncelikli olarak tıbbi müdahaleyi tanımlayacak olursak, tıbbi müdahale: "Kişilerin ruh ve beden sağlığına yönelik herhangi bir noksanlığı veya hastalığı teşhis, tedavi etmek; tedavinin mümkün olmadığı hallerde hastalığı hafifletmek, ilerlemesini ve kötüye gitmesini önlemek, acıları dindirmek, ortaya çıkmamış ama çıkması muhtemel hastalıkları önlemek ya da yasadan kaynaklı olarak nüfus planlaması amacıyla yapılan, kanunun yetkilendirdiği kimselerce tıp biliminin öngördüğü genel kural ve esaslar uyarınca gerçekleştirilen her türlü faaliyet" olarak tanımlamak mümkündür.

 

  • .Tıbbi müdahalenin yetkili kişilerce yapılması gerekmektedir.

 

  • .Tıp mesleğinin gereklerine ve özen yükümlülüğüne uygun davranması gerekir. Tıp bilimince belirlenen standartlarca tedavinin yapılması önem taşır.

 

  • .Hastaya verilen bir aydınlatılmış rızanın olması hukuka uygun şartlarından en önemlisidir. Hekim yapacağı müdahalelerde hastanın rızasını almak zorundadır. Her kuralın bir istisnası olduğuna göre pek tabi ki bu kuralımızın da bir istisnası bulunmaktadır. Acil muayeneyi gerektiren hususlarda hastanın rızasına ihtiyaç duyulmaz. Hastanın karar verme durumunu etkileyen hususlarda da rızaya başvurulmaz. Aydınlatılmış rıza, hekim tarafından yapılacak olan tedavinin her aşamasını ve risk taşıyan belirli hususları da hastaya detaylı bir şekilde anlatmak zorundadır. Bunun sadece sözlü olarak onaylanması hukuken hiçbir anlam ifade teşkil etmeyeceği için yazılı olarak hastanın tedaviye ve yapılacak olan tüm müdahalelere izin ve onay vermesi gerekmektedir. Aksi takdirde gerçekleşen herhangi bir olumsuz neticeden kaynaklı olarak hekimin sorumluluğuna gitmek zaruri hale gelecektir.Her ne kadar hastanın rızası alınmış olsa da gerek özenin verilmemesi sonucunda hastanın zarar görmesi karşısında hekimin sorumluluğuna gitmek zaruri hale gelir.

 

Örnek yargıtay kararımız şu şekildedir:" Beyin ve sinir cerrahi uzmanı olan sanık M.. K.. tarafından 11.11.2008 günü bel fıtığı ameliyatı yapılan S.. Ç..'ın, operasyondan sonra batın içi damar yaralanması teşhisi ile iki defa daha ameliyata alındığı ancak disk hernisi esnasında gelişen damar yaralanması ve buna bağlı gelişen kanama sonrası oluşan komplikasyonlar sonucu öldüğü olayda; S.. Ç..'ın ölümünde sanığın sorumluluğunun bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi için tıbbi müdahale nedeniyle sorumluluğun şartlarının belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Tıp mesleğini icraya yetkili kişi tarafından, tıbben kabul görmüş ilke ve esaslar çerçevesinde, yasaların öngördüğü amaçlarla, aydınlatılmış kişiden alınan rıza üzerine yapılan tıbbi müdahale, hukuka uygun olduğundan doğan zararlı sonuçtan failin sorumlu tutulması mümkün değildir. Ancak; hasta tıbbi müdahale konusunda aydınlatılmış ve tıbbi müdahaleye rıza vermiş olsa dahi, aydınlatma ve rıza, tıbbi müdahalenin hukuka uygun olabilmesinin ön şartı olup, hekim müdahalesi tıp biliminin gerektirdiği şekilde yapılmamış ise, başka bir anlatımla tıbbi müdahale kusurlu bir şekilde yapılmış ise hekim doğan sonuçtan sorumlu olacaktır. Rıza ve aydınlatma, tıp biliminin gereklerine uygun kusursuz bir tıbbi müdahale için verilmiş olup, kusurlu müdahale hallerinde, ön koşullar gerçekleşmiş olsa dahi hekim yine de doğan zararlı sonuçtan sorumlu olacaktır. Hekime yüklenebilecek bir kusur olmamasına rağmen tıbbi müdahale başarısızlıkla sonuçlanmışsa, bu durumda da komplikasyon söz konusu olacağından, bu durumda da hekimin sorumluluğuna gidilemeyecektir."

 

SAĞLIK HUKUKU HAKKINDA ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER NELERDİR ?

 

1851' de Paris'te yapılan konferans olmak üzere 1851-1938 yılları arasında on dört ayrı uluslararası sağlık konferansı düzenlenmiştir. Konferanslardan bazılarında, özellikle kolera, veba, sarıhumma gibi başlıca bulaşıcı hastalıkların yayılmasının önlenmesinde alınacak tedbirlerin belirlenmesi ve bu tedbirlerin uluslararası ticarete olan etkisinin asgarî düzeye indirilmesi hedefiyle çeşitli uluslararası sağlık sözleşmeleri kabul edilmiştir. En bilinen ve uygulama olarak daha geniş bir çerçevede yer bulan sözleşme, 2005 yılında birçok ülke tarafından kabul edilen Uluslararası Sağlık Tüzüğü bulaşıcı hastalıklar konusunda spesifik bir alan oluşturmaktadır.

 

Uluslararası alanda bilinen bildirgelerin başında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gelmektedir. Beyanname; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir.  Beyannamede sağlık hakkı 25. Maddede tanımlanmıştır: “Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır.”
 Diğer bildirgeler şu şekildedir: Dünya Tabipler Birliği Bildirgeleri, Cenevre Bildirgeleri, Hekimlik Ahlakı Uluslararası Yasası, Helsinki Bildirgeleri,  Sidney Bildirgeleri, Oslo Bildirgeleri, Lizbon Bildirgesi, Dünya Tabipler Birliği'nin Tıpta Yanlış Uygulama Konulu Duyurusu (Malpractıce), Dünya Tabipler Birliği’nin Aile Planlaması ve Kadınların (Korunma) Doğum Kontrol Hakları Konusundaki Kararı, Dünya Tabipler Birliği Bildirgesi Sağlık Bakımında Devamlı Kalite Geliştirme Konusunda Ana Hatlar Bildirgesi, Dünya Tabipler Birliği'nin Ötanazi Bildirgesi, Dünya Tabipler Birliği'nin Hasta Hakları Bildirgesi, Dünya Tabipler Birliği'nin Sağlık Veritabanları ile İlgili Etik Düşünceler Bildirgesi olarak ayrılmaktadır.

 

Uygulanabilirlik açısından geniş bir yere sahip olan, Avrupa Konseyi, Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi 'ne dayanan ilgili yargıtay kararımız şu şekildedir:" Türkiye'nin taraf olduğu “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi”ne göre, tıbbi müdahalenin ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabileceği, muvafakat verme yeteneği olmayan bir kimse üzerinde ise tıbbi müdahalenin sadece onun doğrudan yararı için yapılabileceğine değinildikten sonra, müdahaleye muvafakat verme yeteneği bulunmayan küçüğe veya akıl hastalığı ve benzeri herhangi bir sebepten dolayı muvafakat verme yeteneği bulunmayan bir yetişkine sadece yasal temsilcisinin veya kanun tarafından belirlenen bir kişi veya makam ve kuruluşun izniyle müdahalede bulunulabilir (Söz. m. 6). Bu halde dahi, bu kişi, makam veya kuruluşa, müdahalenin amacı, niteliğiyle sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgi verilmesi zorunludur. Buna göre, küçüğe yapılacak tıbbi bir müdahalenin kural olarak ancak yasal temsilcisinin izniyle yapılabileceğinde duraksama yoktur. Sorun, tıbbi müdahalenin amacı, niteliği, sonuçları ve müdahale edilmemesi hâlinde, ortaya çıkabilecek tehlikeleri hakkında ana ve baba aydınlatıldığı halde rıza göstermemeleri hâlinde nasıl hareket edilmesi gerektiğindedir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi çocukla ilgili her türlü  kararlarda onun üstün yararının esas olduğunu öngörmektedir. Diğer yandan Türk Medeni Kanunu da yukarıdaki uluslararası sözleşme hükümlerine paralel olarak ana ve babanın velayetleri altındaki çocukların bakım, bedensel, zihinsel, ruhsal ve toplumsal gelişmeleri konusunda onların menfaatini gözönünde tutarak, gerekli kararları alacaklarını ve uygulayacaklarını kabul etmiştir (TMK. md 339/1, 340/1). Şu halde ana babanın çocuklarla ilgili karar alırken onların menfaatlerini ve üstün yararlarını gözönünde tutmaları asıldır. Buna aykırı bir tutum haklı görülemez. Küçüğe yapılacak müdahalenin amacı, niteliği ve sonuçlarıyla yapılmaması hâlinde ortaya çıkabilecek sonuçlar konusunda aydınlatıldıkları halde ana ve babanın haklı bir sebep göstermeksizin müdahaleye karşı çıkmaları durumunda çocuğun üstün yararı esas alınarak müdahalenin gerekli olup olmadığına karar verilmelidir. Somut olayda çocuğa uygulanacak aşının, gelecekteki hastalıklardan çocuğu birey olarak korumak ve toplum sağlığı açısından gerekli olan Sağlık Bakanlığınca belirlenen “genişletilmiş bağışıklık programı” uyarınca yapılması zorunlu aşılardan olduğu görülmektedir. Böyle bir durumda çocuğun yasal temsilcileri uygulanacak aşı ile ilgili olarak
aydınlatıldıkları halde, hiç bir haklı gerekçe ileri sürmeksizin buna rıza göstermiyorlarsa çocuğun menfaatine aykırı olan bu tavra hukuki sonuç bağlanamaz. Diğer bir ifadeyle ana ve babanın rıza göstermemeleri çocuğun üstün yararına açıkça aykırı ise rıza aranmaz. Olayda ana baba çocuğa aşı uygulanmasına karşı çıkmışlar, buna rızalarının bulunmadığını yargılama sırasında ifade etmişlerdir. Ne var ki; bu beyanlarını haklı gösterecek bir sebep ve delil göstermedikleri gibi dosyada da yapılması istenilen aşının çocuğun üstün yararına aykırı olacağına ilişkin bir bulgu ve olgu bulunmamaktadır. Aşının, çocuğun gelecekteki bireysel sağlığı yanında, toplum sağlığı açısından da yapılması zorunlu olduğu dosyadaki raporlardan anlaşıldığına göre, isteğin kabulüne karar verilmesi gerekirken salt ana ve babanın rıza göstermedikleri gerekçesine dayanılarak talebin reddi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur."


DOKTOR HATASINDAN DOLAYI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASINI KİMLER AÇABİLİR ?

 

Özel sorumluluk ya da kamusal sorumluluk fark etmeksizin hekime karşı dava açılmak istenilirse bu durumda kural olarak hukuki menfaati ihlal edilen kişi tarafından dava açılmaktadır. Hastanın, yapılan müdahale sırasında ya da müdahaleden sonra vücut bütünlüğüne veya zihinsel veya psikoloji anlamında zarar görebilmektedirler. Bu durumda hasta, zararlı sonucun nezdinde doğduktan sonra zarara sebebiyet veren hekime karşı dava açabilecektir.

 

Sadece hasta olmamakla birlikte doğrudan zarar görenin yakınları olan hasta yakınları da hekimin sorumluluğuna gitmelerinde herhangi bir engel şart bulunmamaktadır. Bu duruma daha çok hekimin müdahale yaparken dikkat ve özen eksikliğinden kaynaklı olarak hastanın ölmesi neticesinde hasta yakınları zarara sebebiyet veren hekime karşı dava  açabilecektir. Yakın kavramı yargıtay içtihatlarında geniş olarak yorumlanmaktadır.

 

13. Hukuk Dairesi  2013/4873 E.  ,  2013/12885 K. Sayılı karara göre:"Davacılar, oğullarının yuttuğu çat pat sonrası davalı hastanede tedavi altına alındığını, ancak kusurlu hizmet verilmesi nedeniyle çocuklarını kaybettiklerini ileri sürerek, 20.000 TL maddi 30.000 TL manevi tazminatın davalı hastane ve müdahalede bulunan hekimlerden tahsiline karar verilmesini istemişlerdir. Davalılar, kusurlarının bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafça temyiz edilmiştir. Dava, ... hizmetinin kusurlu ifası iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacılar, çat pat yutmasının ardından ilk müdahalesi başka hastanece yapıldıktan sonra davalı hastanenin yoğun bakımına sevk edilen çocuklarının uyku yatkınlığı olmasına rağmen taburcu edildiğini, eve döndükten sonra da devam eden uyku halinden endişe ettiklerini, tekrar hastaneye döndüklerinde bu kez çocuğun karaciğer fonksiyonlarının durduğunun anlaşıldığını, başka hastaneye sevk edildiğini, kısa süre sonra da çocuklarını kaybettiklerini ileri sürmüşlerdir. Mahkemece, dosya Adli Tıp Kurumuna gönderilmiş, alınan raporda ilk müdahaleyi yapan acil hekimi davalı ... 'e atfedilebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı, diğer davalı uzman doktorun uyku hali devam eden yoğun bakım hastasını taburcu etmekle kusurlu bulunduğu kabul edilmiş, ne var ki bu aşamada ancak organ nakli suretiyle hastanın kurtarılabileceği, bunun da uzun bir prosedür gerektirdiği ve küçüğün 5 gün içinde öldüğü anlaşılmakla davalılara atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı mütalaa edilmesi üzerine davanın reddine karar verilmiştir. Temel olarak vekalet sözleşmesine dayalı uyuşmazlıkta, vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. (BK 2013/4873-12885 386-390 md.) Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. (BK.321/1 md.) O nedenle ... memuru ve hastanenin meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafifte olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Vekil, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/1 maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır."

 

DOKTOR HATASINDAN DOLAYI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI KİMLERE KARŞI AÇILABİLİR ?

 

Hekimin özel sorumluluğu söz konusu olduğu durumlarda, taraflar arasında kurulan hukuki ilişki bir vekalet ilişkisi olmasından mütevvelit hukuk mahkemelerinde tazminat davası açılabilecektir.  Tazminat davasını zarara doğrudan sebebiyet veren hekime, özel hastaneye karşı ileri sürebilecektir. Bu durumda birlikte sorumluluk esasına göre hükümler uygulama alanı bulacaktır. Tazminat davası, sadece TBK hükümleri müesseselerine göre yürütülecektir.

 

Hekimin kamusal sorumluluğu söz konusu olduğunda ise tam yargı davaları hususu arz edeceğinden dolayı dava, zarara sebebiyet veren hekime, devlet hastanelerine ve sağlık bakanlığına karşı ileri sürülecektir. Bu durumda ise özel sorumluluk müessesesi ile ortak olarak burada da birlikte sorumluluk uygulanacaktır. Dava açılmak istendiğinde hepsine karşı birlikte dava açılacaktır. Taraflar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır.

 

Zarara sebebiyet veren hekime karşı tazminat davası sonuçlanırken hekimin içinde bulunduğu çalışma şartları da göz önüne alınarak buna göre hüküm kurulması gerekmektedir. Örnek yargıtay kararımız şu şekildedir: 4. Hukuk Dairesi  2020/1117 E.  ,  2020/1963 K. Sayılı kararına göre " Olayın kendine özgü koşulları ve oluşum şekli, davalı doktorun çalışma şartları, iş yoğunluğu, hizmetin işleyişindeki diğer koşullar, zararın meydana gelmesinde davalının kastının bulunmaması gözetildiğinde davalı yararına BK’nın 43 ve 44. (TBK’nın 51. ve 52) maddeleri gereği hüküm altına alınan miktardan hakkaniyet indirimi yapılması gerekirken bu hususun gözetilmemiş olması hakkaniyete uygun düşmemiş, kararın bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiştir."  Hakimin hak ve nesafet ilkesine göre karar vermesi taraflar için adil bir sonuç doğmasını sağlayacaktır.

 

T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2005/3645 K. 2005/11796 Sayılı karar göre:" Dava, doktorun yanlış teşhis ve tedavi sonucu ölüme sebebiyet vermesi nedeniyle tazminat talebine ilişkindir. Somut olayda, hükme esas alınan Adli Tıp Genel Kurulunun 29.1.2004 tarihli raporunda, davalı doğum ve kadın hastalıkları uzmanı Dr. A.'nın, davacının annesi olan S.'nin doğum sonrası takibinde özensiz ve dikkatsiz davrandığı, kontrolleri sırasında başlamış olan enfeksiyona yönelik bir tedaviye başlamadığı, bu nedenle olayda 2/8 oranında kusurlu bulunduğu açıklanmıştır. Raporda her ne kadar davalı hastanenin kusuru bulunmadığı belirtilmiş ise de davalı hastane, çalıştırdığı personelin seçiminde gerekli özeni göstermediğinden doktor ile aynı oranda kusurlu olduğu kabul edilmelidir. Dosya içindeki raporlarda davacının bir kusurundan bahsedilmemektedir. Tüm bu açıklamalar ışığında, taraflar arasındaki uyuşmazlık vekâlet aktinden kaynaklandığına, davalıların her türlü özen gösterme borcu olup, en hafif kusurundan bile sorumlu bulunduğuna göre, zararın tamamından sorumlu tutulmaları gerekirken, maddi zarar hesabında kusur oranına göre indirim yapılmış olması usul ve yasaya aykırıdır."

 

GÖREVLİ MAHKEME HANGİSİDİR ?

 

Hastanın özel hastanelerle olan hukuki ilişkisi bir özel hukuk ilişkisi olduğundan bahisle hekime karşı açılmak istenen tazminat davası, vekalet ilişkisinden kaynaklanan borçlardan ötürü Asliye Hukuk Mahkemesi, Hizmet Sözleşmesinden Kaynaklanan Kusur Sebebiyle oluşan uyuşmazlıklarda Tüketici Mahkemesi ve Sigortanın taraf olduğu tazminat davalarında ise Asliye Ticaret Mahkemesi Görevlidir.

 

Hastanın devlet hastanelerinde yapılan tedavide bir zarara uğradığından bahisle hekime karşı dava açmak isterse bu durumda da taraflar arasında kamusal bir ilişki söz konusu olmasından kaynaklı olarak açılmak istenen dava tam yargı davasıdır bu durumda da idari yargıda genel mahkemeler olan idare mahkemelerinde tam yargı davası açılabilecektir.

 

YETKİLİ MAHKEME HANGİSİDİR ?

 

Malpraktis nedeniyle açılacak tüm maddi ve manevi tazminat davalarına bakmaya genel yetkili mahkeme davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir. Örneğin, özel veya kamu hastanesinin bulunduğu yer veya özel muayenehane sahibi doktorun yerleşim yeri mahkemesi yetkili mahkemedir. Davalı birden fazla ise dava, bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. Genel yetkili mahkeme, yani davalının yerleşim yerindeki mahkeme tüm görevli mahkemelerde (idare mahkemesi, tüketici mahkemesi, asliye ticaret mahkemesi) açılacak malpraktis davalarında yetkilidir.

 

SAĞLIK HUKUKUNUN CEZA HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ ?

 

Ceza hukukunda bir fiile suç izafe edebilmek için bu fiilin kanunlarda suç olarak tanımlanması gerekmektedir. Bu da bize kanunilik karinesini aklımıza getirmektedir. Düzenleyici işlemlere hiçbir şekilde bir fiile haksızlık vasfı verilip de suç olarak düzenlenemez. Suç ve cezalar  yalnızca kanunla konulur ve suçun unsurları da ancak kanunda sayılan unsurların bir araya gelmesiyle birlikte suç işlenmiş olur. Suçun temel olarak iki unsuru bulunmaktadır;


1)Maddi unsurlar: Kanunda yazılı tipe uygun objektif unsurlardır.

 

  • Hukuka aykırı bir fiil
  • Fail
  • Mağdur
  • Nedensellik Bağı
  • Netice
  • Konu

 

2)Manevi Unsurlar; Failin gerçekleştirdiği fiile yönelik iradesi

 

 

  • Kast: Bilerek ve isteyerek neticeyi gerçekleştirme
  • Taksir: Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranma

 

Kamuda ya da özelde çalışan hekimler de ceza hukukuna giren fiilleri işleyebilmektedirler bu durumda zarar gören tarafından sadece hukuk davası değil istem ile ya da bazı durumlarda resen hekime karşı ceza davası açılabilmektedir. Özel hastanelerde veya kendi  muayenehanelerinde çalışan hekimler hakkında tıbbi kötü uygulama iddiası ile ilgili bir şikâyet bulunduğunda Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından derhâl soruşturmaya başlanabilmektedirler.

 

Kamu sektöründe çalışan hekimler hakkında adli soruşturma başlatılabilmesi ise 4483 sayılı Yasa gereği mülki amirliklerce haklarında "soruşturma izni" verilmesine bağlıdır. Kamuda çalışan hekimler nezdinde öncellikle bir idari soruşturma yürütülür. Bu soruşturma akabinde mülki amirliklerince bir soruşturma izni alınır. Mülki amirce soruşturma izni verildikten sonra ilgili hekim 10 gün içinde BİM'ne itiraz etmek hakkı bulunmaktadır. Bu süre içinde itiraz etmediği ya da itiraz ettiği halde itiraz red edilirse bu durumda hekime karşı ceza soruşturmasına başlanabilmektedir.

Hekim, yaptığı teşhis ve tedavilerinde gerek bilerek gerek dikkat eksikliğinden kaynaklı olarak hastaya yönelik olarak bir suç işleyebilmektedir. Hekimin kasten suç işlemesine örnek verecek olursak hekimin nöbet tuttuğu bir akşam yapılan çağrıya gitmemesi neticesinde hastanın ölmesi karşısında kasten görevi ihmal ya da  olası kastla suç işlemiş olmaktadır.

 

Hekimin yaptığı tedavi ve müdahalelerde taksirli harekete örnek olarak da ;


- Teşhiste yanılma
- Teşhis sırasında yapılan uygulamalarda hata
- Hastayı tıbbi durumu ve öngörülen tedavi hakkında bilgilendirmeme
- Yanlış tedavi seçimi
- Tedavi sırasında uygulama hatası
- Tedavide gecikme
- Yanlış ilaç kullanımı
- Kayıt tutma ve sır saklama borcuna aykırılık
- Gerektiğinde acil tedbirlere başvurmama

 

Örnekleri de taksirli hekimin taksirli hareketine yol açan başlıca durumlardır.

 

Birden fazla hekimin sorumlu tutulabileceği bir somut vakıada kusur durumları belirlenirken hakim, her hekimin kusur durumunu birbirinden bağımsız olarak incelemesi gerekmektedir. Ceza Genel Kurulu  2017/695 E.  ,  2021/278 K. Sayılı kararına göre:" Birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz." 

 

Tıp mesleğinin gereklerini yerine getirmeyen hekimin ceza hukuku anlamında sorumluluğunun doğabilmesi için illaki fiilin kast ile işlenmesi gerekmez, taksirle hareket ettiği durumda da ceza hukuku anlamında sorumluluğu doğacaktır.

 

Ceza Genel Kurulu         2014/103 E.  ,  2014/552 K. Sayılı karar şu şekildedir:" Oluşa ve dosya kapsamına göre; 04.08.2006 günü saat 12.00 sularında geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu yaralanan ve tedavisi amacıyla götürüldüğü Dr. Abdurrahman Yurtarslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesinden, 'hayati tehlikesi olmadığını gösterir' geçici adli raporu düzenlenerek, 6-7 saat sonra taburcu edilen ...'ın, ertesi gün 'göğüs ve batın travmasına bağlı kot fraktürleri, pelvis fraktürü ve gelişen komplikasyonlar (akciğer embolisi)' sonucu öldüğü olayda; İstanbul Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunun 'kişinin 04.08.2006 tarihinde trafik kazası sonucu yaralanması nedeniyle götürüldüğü hastanede pelvis kırığı, kot kırıkları, hematüri tespit edilmiş olup, göğüs cerrahisi, ortopedi ve üroloji konsültasyonları istendiği ve yapılan muayenesi sonucunda acil cerrahi girişim gerektirecek patoloji saptanmadığı belirtilmiş olup, tüm bu uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu, ölüm nedeni olan akciğer embolisinin de önceden öngörülecek ve engellenebilecek bir sebep olmadığı' şeklinde görüş belirten 20.04.2011 tarihli raporuna itibarla sanıkların beraatine karar verilmiş ise de, anılan raporda, 'ancak bu tür genel beden travmasına maruz kalmış vakaların en az 24 saat müşahade altında tutulması gerektiği, dolayısı ile kişinin konsültasyonlar yapıldıktan 6-7 saat sonra taburcu edilmesinin tıp kurallarına uygun olmadığı, bunun bir eksiklik olduğu'na dair açıklamalara da yer verilmiş olmasına; ayrıca, Yüksek Sağlık Şurasının 25-26 Haziran 2009 toplantı tarihli 12229 karar sayılı; 'Türkiye'de multi travmalı hastaya yaklaşımda koordinatör bir birim olmadığı, bu hastada yaşanan sorunun hastanın bir bütün olarak ele alınmaması olduğu, ortopedi uzmanları Dr. ... ve Dr. ...'ın özellikle instabil pelvis kırığını belirttiği halde, bu hastanın hastanede takibini önermediği, kot kırıklarını gördüğü halde, konsültasyon notunda hastanede takibinin gerektiğini belirtmediği ve takibini yapmadıkları, göğüs cerrahisi uzmanı Dr. ...'nun konsültasyon notunda preşok ve çoklu kot kırığı gibi notları mevcut olmasına rağmen hastanın hastanede takibini notunda önermediği ve hastayı takip etmediği için asli kusurlu oldukları, üroloji uzmanı Dr. ...'un dosyadaki durumu, pelvis instabil kırığı, hematürisi bulunan, sonda takılamayan ve retrograd üretrografi yapılamayan hastayı hastanede takip etmediği ve taburcu ettiği, genel cerrahi uzmanları Dr. ... ve Dr. ...'ın genel vücut travmalı hastayı gerekli özenle izlemedikleri ve hastanede takip etmedikleri için tali kusurlu oldukları'na dair raporuna göre; olayın oluş şekli, ölüm sebebi ve zamanı dikkate alındığında, gerekli takip ve tıbbi müdahale yapılsa dahi ölüm neticesi gerçekleşeceğinden, sanıklara atılı taksirle öldürme suçu yasal unsurları itibarıyla oluşmamış ise de; ölen hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, tıbbi açıdan zamanında teşhis koyup, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak ve uygun tedavi yöntemlerini uygulamak zorunda olan sanık doktorların, görevlerinin gereklerini yerine getirmede ihmal gösterdiklerinin sabit olması karşısında, TCK'nun 257/2. maddesinde tanımlanan görevi kötüye kullanma suçundan mahkumiyetlerine karar verilmesi gerekirken, yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle beraatlerine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir."

 

Sağlık Hukuku Alanını kısa bir özet halinde sizlere sunmaktan keyif almış durumdayız. Daha detaylı bilgi edinmek isterseniz telefon numaramızı arayarak Randevu oluşturabilirsiniz. Mete Hukuk ve Danışmanlık Bürosu olarak sizlere hizmet vermekten mutluluk duyuyoruz. Ayrıca İnternet sitemizde paylaşılan tüm bilgi ve veriler Mete Hukuk ve Danışmanlık Bürosunun kişisel verisini oluşturmakla birlikte izinsiz kullanımı kapsamında, kullanan kişiye cezai ve hukuki müeyyideler uygulanacaktır.